Çocukken resimlerine baktığınız ilk kitabı anımsar mısınız? Hani
okumayı öğrenmeyi istemenize sebep olacak kadar ilginizi çeken bir kitap
mesela, oldu mu hiç? Benim oldu. Galiba beş yaşımda falandım o kitabı
rafta görüp annemden almasını istediğimde. Henüz yeni yeni evde sayıları
tanımaya, harflerle arkadaş olmaya başladığım zamanlar annem sayesinde,
ama hala adımı tam yazamıyordum, hatırlıyorum. "Bir ikii üşş beeş sekiz
döört altı"ydı o zamanlar sayılar aleminin hali ve kimse onlara henüz
"sırayaa geç!" dememişti.
Okula gitmeye çok hevesli
bir çocuktum ben. Tabelaları okuyabilmek için, takvim yapraklarının
arkasındaki fıkralara gülebilmek için falan her sabah okula giden mavi
önlüklüleri camdan görüp ağlardım "ben de didiceemm" diye.
Annem
hatırlar mı bilmiyorum ama ben unutamıyorum "ev okulu"mu. Her sabah
eziyet eden bıdığa anne icadı :) Onlar okula ben mutfak masasına, boyama
yapmaya, karalama eserler ortaya çıkartmaya. Boyama kitabı ararken yine
bir gün kırtasiyede tanıştığım bir kitap işte o "ilk" kitabım.
Unutamadığım. Yıllardır gözümün aradığı ama hiç bir yerde bulamadığım.
Kapağında mavinin her tonu, sarı saçlı sevimli bir kız, elinde simit
"Minnoş Denizci". 5buçuk 6 yaşları civarındaydım, okumaya çat pat evde o
kitapla başladım ben, annemin öğretmenliğinde. Okulun ilk 3 haftasında
göğsüne o metal yıldızı ilk takan ben olmuştum bu sayede, ne gurur(!) küçük çocuğa.
Hala bakınırım belki bulabilirim diye Minnoş Denizci'yi. Sonrasında da
pek çok dostum oldu satır aralarında dolaşmayı sevdiğim ve belki hepsini
Minnoşa borçluyum, bana kitapları sevdirdiği için.
İlkokululdaydım
daha yeni yeni gerçeğin masaldan farklı olduğunu yeni anlamaya
başladığım yaşlarda. Annemin ses duymadığına beni ikna etmeye çalışıp
"hayır ben duyuyorum imdat diyor yardım istiyor" deyip İnşaat çukuruna
zifiri karanlıkta inip minik "minnoş"u koynuma sokup karanlıktan
çıkarttığım, ilk "anne" olduğum yaşlardaydım. İlk "çocuğuma" da ilk
kitabımın kahramanının ismini vermiştim. Minnoş'un aslında bir kedi ismi
olduğunu bile bilmiyordum o zamanlar. Ama yakışmıştı bu minik çocuğa da
ve şimdi kitabım ölümsüzleşmişti nazarımda. Minnoş kitaptan çıkıp gelip
beni bulmuştu. Masallarda olduğu gibi.
"Masalın nerede
bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum.
Bazen suratıma garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi oluyorum." diyor
Jose, Şeker Portakalında. O çocuk yaşların üzerinden on yıllar geçti,
hala ara ara canım çeker Şeker Portakalı. Karıştırırım sayfalarını.
Masallara inanır, o miss kokusunu duyarım o minik ağacın. O minik
çocuğun o ağaçla kurduğu hayalleri yaşayıp yaşamadığını merak ederim.
Benim şeker portakalı hayallerim eşimle bana geldi, bir masalım daha
yüreğime kondu desem ne dersiniz?
Yıllaarr yıllar önce
ben o kitabın sayfalarını karıştırırken ağaca dokunabilmek için, benim
kocam doğduğu evin bahçesinde o ağaca yaslanır hayaller kurarmış meğer.
İki yıl önce o ağaca dokunduğumda neler hissettim, kocam o ağaçtan
eliyle miis kokulu portakalları bana uzattığında ben neler düşündüm
kelimeler anlatamaz.
Tesadüflere siz inanır mısınız
bilmem ama ben inanmam. Hayatımıza dahil olmuş her an bizimle geçmiş ya
da gelecek arasında anlamlı bir köprüdür bana göre. Bazısını fark eder
bazısını etmeyiz. Kitaplar, cümleler, insanlar, evler, şarkılar,
melodiler, ağaçlar, çiçekler, sevinçler, hüzünler, hastalıklar...
Hepsinin bir manası var. Benim için hayatın en sürdürülebilir hali bu
manaları farkedip onurlandırabilmekle mümkün. İşte bu sebeple masallara
inanmayı seçtim hayatım boyunca ve kendimle hep bağlantıda kalmayı.
Şimdi
sürdürülebilirliğin bambaşka bir hali, Sürdürülebilir Anneliği
deneyimlemeye niyetlendiğim şu sıralar "ilk anne" olduğum andan bu yana
neler biriktirdiğime bakıyorum. İçimdeki sevgiyi, huzuru, bilgiyi,
bilgeliği, mutluluğu, kaygıyı tartıyorum. Bu kadar derinlere indiğini,
aslında hayatımız boyunca üstleneceğimiz bütün roller için doğduğumuz
andan bu yana birikim yaptığımızı görüp ürperiyorum.
Bir
bebek doğuyor ve doğduğu an başlıyor hayat nakışını kendi üzerine
işlemeye. Siz ışık oluyorsunuz ihtiyacı olduğunda, kimi zaman iplik,
kimi zaman iğne... Bazen "derman vermek" gerekiyor demek bazen "dur
dinlen" demek. Ama siz değil, hiç kimse değil kendisi işliyor nakışını.
Size elindeki malzemenin kalitesi düşüyor "çevresel bir öge"den ibaret
olduğunuz için sanırım. "Annelik" bunu da kabul edebilirseniz
sürdürülebilirliğe bir adım daha yaklaşıyor galiba.
Çocuğunuzun
hayata ve hayatın ona her dokunuşu ilerde karşısına tekrar tekrar
çıkabilir. Hayat başlı başına sürüp giden durmayan durulmayan akan bir
şey çünkü. İşte bu sebeple sizin de onun ihtiyaçları doğrultusunda nasıl
bir anne olacağınıza karar vermeniz, akıcı, öğrenici,
sürdürülebilirliği olan yaşayan bir anne olabilmeyi öğrenmeniz
gerekiyormuş, kendi çocuğunuzdan. Bunu keşfettim son günlerde ve şifa
niyetine karşılayıp sevgiyle kabul ediyorum hayatıma.
Niyet ediyorum, çocuğumun ihtiyacı olduğu gibi bir anne olmayı , ondan öğrenmeyi denemeye.
Işığın gücü ve sevginin sıcağıyla,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder